EMİRDAĞ LAHİKASI – 1. Bölüm 120-139. Mektuplar (226-239)

226

kadar pek fevkalâde Nurlara ettikleri kıymettar ve meyvedar sabık [daha önceden geçen] hizmetlerine karşı, Risale-i Nur hesabına binler mâşaallah ve bârekâllah [“Allah ne mübarek yaratmış”] ve veffakakümullah deriz.Haşiye [dipnot]

– 120 –

Aziz, sıddık, fedakâr kardeşlerim,

İnebolu kahramanlarının tebrik mektuplarında iki tevafuk ve iki kuşun garip ziyaretleri çok mânidardır. Evet, benim birtek mektubumu yazan bir tek adamın hükûmetçe araştırılması ve ehemmiyetle bakılması tazyiki zamanında, şahsımdan binler derece daha ziyade konuşan ve tesirli ders veren Risale-i Nur’un Zülfikar[Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] Mu’cizat’ın bin nüshaları ve bin dille ve binler mektubatıyla şimdiye kadar çok rakipleri bulunan ve takip edilen ve mümâşâta [maslahat yolunu, anlaşma tarzını seçme] tenezzül edemeyen Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif‘in [temiz, pak] kalemiyle serbest ve mümanaat görmeden yazılmasına, değil yalnız kuşlar, belki melekler ve ruhanîlerden bir kısım, temessül [belirme, görünme] edip bu harika muvaffakıyeti tebrik etseler, yine çok değil. Biz dahi o küçük Isparta kahramanlarına binler bârekâllah [“Allah ne mübarek yaratmış”] ve mâşaallah ve veffakakümullah deriz. Bütün ruh u canımızla onları tebrik ederiz ve bu pek büyük vazifede ihtiyat [dikkat, tedbir] ve dikkatin lüzumunu ihtar ederiz.

• • •

227

– 121 –

İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale [giderme] edip beni mesrur [mutlu] eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor.

Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nur’lara çalışmanız gibi kıymetlidir. Hem, senin yazdığın kesretli [çokluk] risaleler, senin bedeline Nur’ların neşrine hizmet ederler. Merak etmesin; o eski makamını muhafaza ediyor.

– 122 –

Bugünlerde rahatsızlık için Evrad[okunması âdet olan dualar] Bahaiyeyi ezber değil, kitaba bakarak okudum. Âhirinde ihtitam-ı Bahaiye olan hâtimesini [son] bilemediğimden, eskiden beri okumuyordum. Haydi, bir defa bunu da okuyayım dedim. Gördüm ki, Bir sahifede ve uzun altı buçuk satırında, on dokuz defa nur, nur, nur kelimeleri… Kat’î kanaatım geldi ki, Şâh-ı Nakşibend, Gavs-ı Âzam gibi Risale-i Nur’u ve kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] hizmetini keşfen müşahede edip tahsinkârâne [iyilik ve güzelliğini överek] haber vererek ona işaretler ediyor. Ben de, yalnız o altı satırı ve baştaki satırı ve âhirdeki satırı ile otuz senelik Bahaiye virdime, [devamlı yapılan zikir] o meleklerin, Nurların intişarına [açığa çıkma, yayılma] muavenetleri [yardım] niyetiyle, ilhak [ekleme] eyledim.

– 123 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Isparta’nın acip yangınında musibetzedelerin elemlerine ben cidden iştirak ediyorum. Çünkü müteaddit [bir çok] vecihle [yön] ben Ispartalı olduğum gibi, o mübarek şehir, taşıyla, toprağıyla nazarımda çok ehemmiyeti var; ve Nurların Câmiü’l-Ezheri [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] ve Medresetü’z-Zehrasının merkezi hükmündedir.

Benim tarafımdan o musibetzedelere deyiniz ki: “Nass-ı hadisle, [hadis hükmü] böyle musibetlerde, ehl-i imanın [Allah’a inanan] zâyi olan malları tam sadaka hükmündedir. Hususan bu

228

zamanda, yüz sadaka kadar o fâni malları, bâki ve daha çok ebedî mallara inkılâp [büyük çaplı yenilikler, değişimler yapma] ederler. Onun için, sabır içinde bir cihette şükretmek gerektir. İnşaallah, dünyada dahi o keffâretü’z-zünub [günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile] olan zayiatın yerine Erhamürrâhimîn [merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah] ihsan [bağış] eder. Geçmiş olsun, başınız sağ olsun, fâidesiz merak etmeyiniz” deyiniz.

Saniyen: [ikinci olarak] Bu çeşit kazaların bir sebebi: Beşerin çirkin bir hatâsı bulunmasından, bu Ramazan-ı Şerifin hürmetini ve kıymetini muhafaza etmek ve Nurları himaye etmeye, her yerden ziyade Nurların menbaı [kaynak] ve medresesi olan Isparta borçludur ve vazifesidir. Ve sefahetlere [ahmaklık, beyinsizlik] karşı şeair-i İslâmiyeyi muhafaza etmekle mükelleftir.

– 124 –

Hem meselâ لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ 1 beyanında “Bu hitap zahiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih [yönelen] ise de, zımnen [gizlice] hayata ve zevilhayata [canlılar] râcidir” [ait] fıkrası, [bölüm] tâdile muhtaçtır. Çünkü, küllî hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i Âzamın [Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı] tecellî-i âzamının [en büyük tecelli, görünüm] mazharı ve bütün zîruhların [ruh sahibi] nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi [asıl çekirdek, tohum] ve gaye-i hilkati [yaratılış amacı] ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete [Allah’a kulluk] onun hesabına nazar eder.

229

Hem meselâ, felsefeye temas eden bazı cümleler, “Mürur-u zamanla [zaman aşımı, zamanın geçmesi] kabuk bağlamış, sonra toprağa inkılâp [büyük çaplı yenilikler, değişimler yapma] etmiş, sonra nebatat [bitkiler] husule [meydana gelme] gelmiş, sonra hayvanat vücuda gelmiş” gibi tâbirler, îcad ve hilkat-i İlâhî noktasında felsefîdir ki, Risale-i Nur’un san’at ve icad-ı İlâhî [Allah’ın var etmesi] cihetindeki beyanatına münasip düşmüyor.

Kardeşim Abdülmecid,

Her neyse, bu küçücük kusurla beraber, sen, haşir hakkında, Nur’un emsalsiz hüccetlerinden [delil] tam ve mükemmel bir ders alıp, Eski Said’in mümtaz [seçkin] bir şakirdi [talebe, öğrenci] olduğun gibi, inşaallah [Allah dilerse] Risale-i Nur’un dahi mükemmel bir şakirdi [talebe, öğrenci] ve dikkatli bir muallimi olacağına kuvvetli bir hüccettir. [delil] Ben müsait bir vakitte bazı kelimeleri ya ıslah ve tâdil ederek “Haşir Meselesine Bir İzahlı Haşiye[dipnot] namında Lâhikaya dercetmek [yerleştirme] için senin gibi Nurdan tam ders alanlara göndereceğim. Sen evlâtlarınla beraber Fuad, hergün dualarımda ve mânevî yanımda bulunuyorsunuz. Ve senin şimdi vazife-i resmiye cihetiyle çocuklara Kur’ân-ı Azîmüşşânı [şan ve şerefi yüce olan Kur’ân] okutmanı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum. Bin bârekâllah [“Allah ne mübarek yaratmış”] derim.

Hem civarınızda, hem memlekette bütün dost ve akrabalara selâmımı tebliğ ediniz. Şimdi Zülfikar[Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] Mu’cizât ve Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] mecmuaları teksir [çoğalma] makinasıyla iki merkezde tab [basma] edilmesinden sen bütün kuvvetinle ve tashih cihetinde güzel kaleminle ve dikkatli ilmin ile tam alâkadar ol.

Kardeşiniz

Said Nursî

– 125 –

Re’fet ameliyat oldu mu? Ne haldedir? Merak ediyorum. Ona çok dua edildi. Savalı kahraman Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] kerimesi Hatice’nin yazdığı Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] Mecmuasını kahraman Tahirî, İstanbul’da birisine emaneten bırakmış. O nüsha

230

hanımları Nurculuğa teşvik ettiği için zayi olmasın. Muattal [boş, hareketsiz] kalmışsa, lüzum kalmamışsa bana gönderilsin.

Ramazanınızı, leyle-i Kadrinizi, [Kadir gecesi] hem bayramınızı tebrik ederim. Kastamonu’da iken nasıl hergün dualarımda ve mânevî kazançlarımda Nurun has şakirtlerinden [öğrenci] Âsiye, Ulviye, [yüce] Lütfiye’ler, Zehra’lar, Şerife’ler, Hâcer’ler, Necmiye’ler, [kısım, durak; yıldız] Nimet’ler, Aliye’ler hissedar olmak için mânen yanımda bulunuyordular; aynen şimdi de öyledirler.

Ben sizleri unutmuyorum. Hattâ bugünlerde birden Ulviye, [yüce] Lütfiye’yi merak ettim. İkinci gün, ikisinin de mektuplarını, hediyelerini aldım; bunların sadakatlerine bir emare oldu. Eskiden beri âdetim hediyeleri kabul etmemekle beraber, sizin cübbe ve yeleğinizi bu geceki Leyle-i Kadirde [Kadir Gecesi] giyip Âsiye ile beraber Kastamonu’daki bütün Nur şakirtleri [öğrenci] namına kabul ettim. Fakat kaideme muhalif olmamak için, ona mukabil, Emin’de bulunan risalelerimden Lütfiye, Ulviye [yüce] istediklerini alsınlar; veyahut benim hesabıma Mehmed Feyzi ve arkadaşları onların beğendiklerini yazsınlar.

Benim yanıma çok defa gelen bu hemşirelerimin mâsum evlâtları, Nur şakirtlerinden [öğrenci] mâsumlar dairesinde dahildirler ve çok defa hatırlıyorum.

– 126 –

Hadsiz şükür ve hamd ü senâ ediyorum ki, sizlerin bu mektuplarınız, hem Hüsrev ve arkadaşlarına ve makinelerine, hem Nazif [temiz, pak] ve yardımcılarına ve makinesine ve bu kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] yeni hizmette devam edebilmelerine ait sıkıcı çok endişelerimi izale [giderme] ettiler. Binler elhamdü lillâh.

Hattâ mektuplarınızı aldığımdan bir gün evvel, arabayla gezmeye çıkmıştım. Birden, Kur’ân’ın medhine mazhar [erişme, nail olma] olan Hüdhüd-ü Süleymanî kuşu bir müjde vermek istiyor gibi, on beş dakika kadar yolumuzu takiben sağa ve sola ve yola konup, uçup, yine gelip, hiç bu acip tarzı görmediğimiz surette, kanaatım geldi ki, yarın beni mesrur [mutlu] edecek bir haber alacağım. Beni gezdiren Nureddin’e dedim. O da benim gibi o kuşun o garip vaziyetinden hayret ediyordu. Birden, biz onun sırrını ifşa ettiğimizden kayboldu.

231

İkinci gün, hem tesellîkâr Nazif‘in [temiz, pak] mektubunu ve makinesinin yeni mahsulünü, hem Abdurrahman Salâhaddin’in medar-ı merak mektubunu ve bana şapka [alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz madde] için Ankara’da sıkıntı veren Vâli Nevzat’ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini ve Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] hizmetine hiçbir taarruz olmadığını ve devam ettiğini, hem Medresetü’z-Zehranın kahramanları hiç telâş etmeyerek Zülfikar‘a [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] devamlarını ve hakikat-i hali [bir şeyin gerçek durumu] beyan etmelerini ve çok alâkadar olduğum Atabey kahramanlarının ve Lütfi vârislerinin [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] ve büyük merhum Hafız Ali’nin vekil ve vâris [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] ve hizmet-i Nuriyede [Risale-i Nur Hizmeti] muktedir arkadaşlarının, Tahirî ve Abdullah Çavuş’un tebrik mektuplarını ve Ali Köyünün imamı Ali’nin bu yeni taarruzda pek merdâne ve Nur şakirtlerine [öğrenci] lâyık bir tarzda ve hükûmette suallerine karşı mânidar ve hakikatli cevaplarını aldım ve dedim: İşte, hüdhüdün müjde sözü doğru çıktı.

Nasıl ki Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] risalesi tabiatta boğulanları dalâletten [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] kurtarıyor ve bu zamanda herkese, hususan şüpheye ve inkâra düşenlere lâzımdır ve tiryaktır. Öyle de, Zülfikar, [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] ehl-i imana [Allah’a inanan] ve ehl-i ilme [ilim ehli, âlimler] ve bilhassa hafızlara elzemdir. Her bir hafız-ı Kur’ân, bu mecmuaya bu zamanda şiddetle ihtiyacı var. Kur’ân’ın kırk vecihle [yön] i’câzını [mu’cize oluş] beyan eden bu eser, her hafızın elinde bulunmalı.

Şimdiye kadar hiçbir zaman tarih göstermiyor ki, Risale-i Nur gibi, pek çok taifelere ve mesleklere hücum eden, bu derece, pek az ve hafif tenkitle kurtulmuş olsun. Hattâ yüz derece daha az zahmetle, yüz derece kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] hizmet ve mücahede [Allah yolunda cihad etme] mukabilinde, küçük ve muvakkat [geçici] ve netice itibarıyla hayırlı bir iki hapis ve iki üç inayetli [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] ve fütuhat[fetihler, yayılmalar] musibet gördüler.

Umuma binler selâm ve muvaffakıyetlerine dua.

• • •

232

– 127 –

Kanaatim geliyor ki; bu sıralarda biz, Zülfikar‘ı [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] ve Asâ-yı Mûsâ‘yı [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] pek çok teksir [çoğalma] etmeye mecbur olduğumuz hengâmda [ân, zaman] ve temiz olmayan matbaacılar dahi çekinmeleri aynı zamanda bu acip makina kolayca elimize verilmesi, o iki mecmuanın makbuliyetine [beğenilmeye, kabul olunmaya lâyık olma] bir işaret-i gaybiye [geleceğe veya bilinmeyen bir olaya işaret] ve inayet-i İlâhiyenin [Allah’ın inâyeti, ilgisi, yardımı] bir harika ikramıdır ve Nurların kerametidir. [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik]

Evet, bir âdi mektubum için “Kim yazmış?” diye sekiz defa bana resmen sıkıntı ve eziyet verildiği aynı zamanda, sekiz yüz sahifeyi bin beşyüz nüshaya ve bir milyon sahifelere çıkaran o makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir kâtiptir. Onun için bazı sahifeleri sönük çıksa, zarar yoktur. Parlak kısmı bize şimdilik yeter. İyi okunmayan kısmı ayrı yapılsın; sonra elmas kalemliler, herbiri bir iki nüshayı ıslah etsin.

Bir zaman bir memlekete şimendifer [tren] geldiği vakit, arabacılar telâş edip dediler: “Bizim san’atımız bozuldu.” Halbuki şimendiferin [tren] gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından, faytonculuğa iki kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşaallah, onun gibi Nur yazıcıları, değil tevakkuf, [durağan olma] belki daha ziyade yazı ile defter-i a’mâllerine [amel defteri] hasenat kaydedecekler.

– 128 –

Ben ehl-i siyasetin [siyaset adamları, politikacılar] her nevi tâziplerine [azap] karşı حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 1 deyip sabır ve tahammüle karar vermişim. Kâzım Karabekir ile eskiden münasebetim vardı. Acaba şimdi de o münasebetin sebebi olan merdane mesleğini muhafaza ediyor mu? Eğer eski gibi ise ve Nurlara zararı yoksa ve Nura fâidesi muhtemel ise ve dost ise, benim selâmımı ona tebliğ edebilirsiniz. Fakat, madem ehl-i siyaset, [siyaset adamları, politikacılar] hayat-ı bâkiyesi [devamlı ve kalıcı âhiret hayatı] için Risale-i Nur’a müracaata tenezzül etmiyor, o hayata nisbeten beş paralık olan bu hayât-ı fâniye için onlara müracaata ben de tenezzül etmem ve istirahatım için şekva ve rica [ümit] etmem.

233

– 129 –

Merhum Büyük Ali’nin tam vârisi [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] ve tam bir sistemi ve merhum Abdurrahman’ın tam misli [benzer] ve halefi ve mübareklerin pehlivanı ve kahramanı Küçük Ali’nin iki büyük ve pek güzel hediye-i Nuriyesini aldık. Fakat Zülfikar‘ın [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] âhirinde Hizb-i Nuriyenin parçası yazılmamış; o parçayı da o harika kalemiyle yazsın, bana göndersin.

– 130 –

H A Ş İ Y E : Memleketimizde medrese talebelerinden birisi bir kitabı bitirse veya başlasa, bir tatlı veya yemek “müftihâne” veya “mahtumâne” diye vermek âdettir. Aynen bu kaideyi Kâtip Osman’ın üzümünde gördük. Onun yazdığı Asâ-yı Mûsâ‘nın [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] tashihini bitirdiğim aynı vakitte, mahtumânesi olarak bu üzümün gelmesi, tatlı bir lâtife [güzel ve ince mânâ] ve şirin bir hatıra-i hayat-ı medresiyye oldu.

Nurda şefkat esas olmasından, hanımlar o cihette ileridir ve Nurlara ciddî yapışıyorlar. Ben “kardeşlerim” dediğim zaman, hanım hemşirelerimi kardeşler içinde kastederim. Bütün mektuplarımda onlar dahi muhataplarımdır.

– 131 –

Aziz sıddık kardeşlerim,

Hiç merak etmeyiniz. Yalnız duanızı almak için şimdilik şiddetli ve suikast eseri olarak evvelce size yazdığım gibi hastalığımı beyan ediyorum. Fakat kat’iyen [kesinlikle] telâş etmeyiniz. Hadsiz şükür olsun ki, hem evradıma, [okunması âdet olan dualar] hem vazife-i tashihe mâni olmuyor. İnşaallah, büyük bir sevap ve hayır var içinde. Ben kendim, bundan bir cihette memnunum; siz de hiç müteessir [etkileme, tesiri altında bırakma] olmayınız. Zaten benim vazifem bitmek üzeredir. Risale-i Nur, hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said’e karşı hüsn-ü zannınızın [güzel düşünce] fevkinde [üstünde] onun vazifesini görebilir ve görüyor. Ve Nur şakirtlerinin [öğrenci] haslardan herbir fedakârı, o Said’in vazifesini mükemmel görebilir.

234

İnşaallah ileride tam görecekler. Bir Said içinizde noksan olmakla, yüzer mânevî Said olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde halis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar. Bu hakikate binaen, benim şahsıma ve başıma gelen hadiselere çok ehemmiyet vermeyiniz. Yalnız çok dua ediniz. Zaaf [zayıflık, güçsüzlük] ve ihtiyarlık ve ziyade teessüratıma, [üzülme, etkilenme] bence makbuliyetleri [beğenilmeye, kabul olunmaya lâyık olma] şüphesiz olan dualarınızla yardım ediniz.

Kahraman Tahirî’nin Nurcu mâsume, merhume mübarek Hicret’i [Kur’ân-ı Kerimin 15. sûresi] dünyadan Cennete hicret [Kur’ân-ı Kerimin 15. sûresi] etmesi, hakikaten beni mahzun eyledi. Öyle bir Nur şakirdi [talebe, öğrenci] ve mâsum taifesinin ehemmiyetli bir çalışkanı gitmesi, Nur hesabına da beni müteessir [etkileme, tesiri altında bırakma] etti. İnşaallah onun yerine çoklar girecek, yerini boş bırakmayacaklar. Nasıl ki şimdiden Uşaklı küçücük Haydar meydana çıktı, hicret [Kur’ân-ı Kerimin 15. sûresi] eden hemşiremin vazifesini göreceğim diye bizi mesrur [mutlu] eyledi. Cenâb-ı Hak, [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] Hicret’in [Kur’ân-ı Kerimin 15. sûresi] peder ve validesine ve akrabasına sabr-ı cemîl [güzel sabır; rıza göstererek dayanıp katlanma] ihsan [bağış] edip, Hicret’i [Kur’ân-ı Kerimin 15. sûresi] onlara şefaatçi eylesin ve o merhumeyi de merhume hemşirem Hânım’la Cennette mesrur [mutlu] eylesin. Âmin.

Uşaklı Haydar’a benim tarafımdan onu tebrik ve Nur hizmetinde tevfikine [başarı] dua ettiğimi ve Nurun mâsumlar taifesi içinde dahil olduğunu bildiriniz. Ve onun hocası İzzet’e de pek çok selâm ediyorum.

– 132 –

Nur şakirtleri, [öğrenci] hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, [inançsızlık, inkâr] zındıkaya, dalâlete [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti [kardeşlik] esastır.

• • •

235

– 133 –

Aziz sıddık kardeşlerim,

Bir meseleyi, çoktan beri size söylemek lâzım iken unutmuştum. O da şudur: Mu’cizât-ı Kur’âniye [Kur’ân’ın mu’cizeleri] risalesindeki ekser âyetler, herbiri, ya mülhidler [dinsiz] tarafından medar-ı tenkit [tenkide sebep] olmuş veya ehl-i fen [bilim adamları] tarafından îtiraza uğramış veya cinnî, insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetlerdir.

İşte, Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlerini ve nüktelerini [derin anlamlı söz] beyan etmiş ki, ehl-i ilhad [dinsizler] ve fennin kusur zannettikleri noktalar, i’câzın [mu’cize oluş] lemeâtı ve belâğat-ı Kur’âniyenin [Kur’ân’ın kendine has belâğati, edebî özelliği] kemâlatının [mükemmellikler, kusur-suzluklar] menşeleri olduğunu, ilmî kaideleriyle ispat edilmiş; bulantı vermemek için onların şüpheleri zikredilmeyerek cevab-ı kat’î verilmiş. وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا 1 * وَالشَّمْسُ تَجْرِي 2 gibi, yalnız Yirminci Sözün Birinci Makamında üç dört âyette şüpheleri söylenmiş.

Hem o Mu’cizât-ı Kur’âniye [Kur’ân’ın mu’cizeleri] risalesi de gerçi gayet muhtasar, [kısa] acele yazılmış ise de, fakat, ilm-i belâğat [belâğat ilmi] ve ulûm-u Arabiye [Arap dili ve edebiyatına ait ilimler] noktasında âlimlere hayret verecek derecede âlimane ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyan edilmiş. Gerçi her bahsini, her ehl-i dikkat [dikkat sahibi insanlar] tam anlamaz, istifade etmez; fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müşevveş [dağınık, karışık] haletler [hal, durum] içinde telif [kaleme alma] edildiğinden, ifade ve ibaresinde kusur var olmasıyla beraber ilim noktasında çok ehemmiyetli meselelerin hakikatini beyan etmiş.

– 134 –

Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm [yayılma, genelleşme] etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi [yeni bilim ve felsefe; çağdaş gök bilimi] okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur’a yapışıyorlar; elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:

236

Risale-i Nur’un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir. Belki muzır [zararlı] kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye [insanların sosyal hayatı] ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye [insana ait mükemmel özellikler] ve san’atın terakkiyatına [ilerleme] hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur’ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir, muaraza [karşı gelme, karşı koyma] edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.

İkinci kısım felsefe, dalâlete [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] ve ilhada [dinsizlik, inkâr] ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi, sefahet [ahmaklık, beyinsizlik] ve lehviyat [eğlenceler, oyunlar] ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur’ân’ın mu’cizekâr hakikatleriyle muaraza [karşı gelme, karşı koyma] ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla [ölçü] ve kuvvetli ve burhan[delil] muvazenelerle, [karşılaştırma/denge] felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, [doğru ve düzgün] menfaattar felsefeye ilişmiyor. Onun için mektepliler Risale-i Nur’a itirazsız, çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler. Fakat gizli münafıklar nasıl ki bir kısım hocaları bütün bütün mânâsız ve haksız bir tarzda ehl-i medresenin [medresede ilim tahsil edenler] ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimal [çalıştırma, vazifelendirme] ettikleri gibi, bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde istimal [çalıştırma, vazifelendirme] etmek ihtimâline binaen, bu hakikati Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ve Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] mecmualarının başında yazılsa münasip olur.

Safranbolu, Eflâni Nahiyesi Mülâyim Köyünde mütekait muallim bir kardeşimiz ve Nurun has şakirdi, [talebe, öğrenci] Nurların neşri ve tab’ı [baskı basma] için âdetâ sermayesinin kısm-ı âzamını [büyük bir kısmı] teberru etmek istiyor, kabulünü rica [ümit] ediyor. Ben, bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârâne ve hâlisane ricasını [ümit] reddedemiyorum. Ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri [yardım] kendime kabul etmediğim için, bu işteki maslahatı [amaç, yarar] da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif [temiz, pak] ve refiklerine [arkadaş, yoldaş, yardımcı] bu meseleyi havale ediyorum. Nurun neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mâni olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği miktarı, veyahut bir kısmını, iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın,

237

biri küçük Isparta’nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi, ya teberru veya ileride başka muavenet [yardım] edenler gibi bir mukabele [karşılama; karşılık verme] nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.

– 135 –

Rumuzat-ı [ince işaretler] Semaniyeyi yazdığım zaman hem çok acele telif [kaleme alma] edilmiş; hem benim eski mahfuzatıma [korunmuş] itimad ederek, takribî [yaklaştırma] iki mikyas [ölçü] yaptım. Onunla, hem eski ulemanın hesaplarına binaen hurufat-ı Kur’âniyenin i’câz [mu’cize oluş] cihetinde esrarını yazdım. Sonra, meşhur Kamusü’l-Lügat sahibi Mecdüddîn-i Firuzâbâdi’nin, el-Mikyas nâmındaki tefsir-i meşhur u makbulünün hurufat ve kelimat-ı Kur’âniyeye dair beyanatına baktık, yüzde doksanı bizim hesabımıza tevafuk etmiş. Yalnız, beş on yerinde muhalefet gördük. Sonra tahkikî bir hesap yaptım. Bizimki doğru, onunki matbaaların sehvi [yanlış, hata] olduğu tahakkuk [gerçekleşme] etti. Madem böyle azîm yekûnlardaki [bütün, toplam] tevafuklarda küçük küsuratlar ve küçük farklar zarar vermez diye, daha tam tamına tahkikî bir tarzda bütün Kur’ân’ı, bütün hurufatıyla [harfler] ve kelâm ve kelimatıyla [ifadeler, sözler] hesap etmeye ve letaif-i [güzellikler, incelikler] i’câziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım. Zâlimler bana vakit bırakmadılar. Ben de o takribî [yaklaştırma] mikyaslarımla [ölçü] ve mahfuzatımla [korunmuş] ve eski ulemanın hesaplarına ve Kenzü’l-Arş duasındaki adetlerime iktifa [yetinme] eyledim.

– 136 –

Nazif [temiz, pak] Çelebi’nin İnebolu hâlis kardeşlerimizin namına bayram tebriki ile ve Zülfikar‘ın [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] gayet dikkat ve ehemmiyet ve ihtiyatla [dikkat, tedbir] devam-ı hizmeti ve Mu’cizât-ı Kur’âniyeyi [Kur’ân’ın mu’cizeleri] de bitirip zeyillerinden [ilave, ek] bir kısmını da tamam etmesi ve Abdurrahman Salâhaddin’in Amerika misyonerlerine dört beş ay okutturduğu

238

Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ve Mu’cizât-ı Ahmediyeyi [Hz. Muhammed’in mu’cizeleri] emin bir vasıta ile bizim nâmımıza Câmiü’l-Ezhere [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] hediye edip göndermesini ve ehemmiyetli bir Nur şakirdi [talebe, öğrenci] Ahmed Kureyşî’nin onların makinesinin masrafına yüz banknot vermesini beyan eden bir mektubunu aldım.

Bu kahraman Nazif [temiz, pak] kardeşimize ve gayet ciddî ve sebatkâr [sebat eden] ve tam alâkadar İnebolu Nurcularına ve Ahmed-i [çokça medhedilen, övülen] Kureyşî ve rüfekalarına, [refikler, arkadaşlar] hem bayramlarını, hem devamlı hizmetlerini, hem yüksek sadakatlerini, hem Zülfikar‘ın [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] tab’ [baskı basma] ve muvaffakiyetini, [başarı] hem Salâhaddin’in Câmiü’l-Ezherle [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] Medresetü’z-Zehranın münasebetini temine çalışmasını ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Hak [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] onları muvaffak eylesin. Âmin. Ve hizmetlerini tam makbul eylesin. Âmin.

– 137 –

Câmiü’l-Ezher [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] ulemasına gönderilen iki nüsha benim tashihimden geçmemiş olduğundan, bazı harekeler ve Arabî kelimelerde sehivler [hata, yanılgı] elbette vardır. Hususan âhirdeki arabî Hülâsatü’l-Hülâsa [özetin özeti] harekelerinde ilm-i nahivce, başka nüshalarda müteaddid [çeşitli, birden fazla] sehivler [hata, yanılgı] gördüm. Onun için, tam Arabî hocalarının tetkikinden geçmiş birer nüsha Asâ-yı MûsâHaşiye [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ve Zülfikar‘dan, [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] münasip gördüğünüz zaman Câmiü’l-Ezhere [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] göndermekle beraber, onlara yazınız ki:

Nur Risalelerinin [Risale-i Nur’un konuları, parçaları] Medresetü’z-Zehrası, Câmiü’l-Ezherin [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] şefkatine çok muhtaç bir mahdumudur, [efendi, kendisine hizmet edilen] bir talebesidir, şiddetli düşmanların hücumuna hedef olmuş bir şakirdidir [talebe, öğrenci] ve bütün medreselerin başı ve âlem-i İslâmı [İslâm âlemi] daima tenvir [aydınlatma] eden o büyük Câmiü’l-Ezherin [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] küçük bir daire ve şubesidir. Onun için, o âlikadir üstad ve müşfik peder ve hamiyetkâr [din ve vatan gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti] mürşid-i âzam, biçare evlâdına ve şakirtlerine [öğrenci] tam yardım etmesini onların ulüvv-ü himmetinden [çok gayretli olmak, yüksek himmet sahibi olmak] bekliyoruz. O pek

239

büyük üstadımıza takdim edilen iki kitap ise, bir talebe, dersini ne derece anlamış diye akşamda babasına ve üstadına yazıp vermesi gibi, o iki dersimiz, o şefkatli allâmelerin [büyük âlim] nazar-ı müsamahalarına [hoşgörü bakışı] arzedilmiş diye bu mektubu yazarsınız.

– 138 –

Pek çok alâkadar olduğum ve Risale-i Nur’un gayet ehemmiyetli bir merkezi ve az zamanda pek çok Nur işini gören Denizli Hüsrev’i ve gayet ciddî ve sadık rüfekaları, [refikler, arkadaşlar] hususan hâkim-i âdil [adaletle iş gören hükmedici, adaletli hükümdar] ve Muharrem ve Hafız Mustafa ve sairenin namına bayram tebrikiyle, Hasan Feyzi’nin şiddetli ve tehlikeli hastalığını beyan eden bir mektubu, çok ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Muharrem’den aldım. Kanaat-i kat’iyem [kesin düşünce] geldi ki, Hasan Feyzi, aynen şehid Hafız Ali (rahmetullahi aleyh) gibi, benim musibetimin kısm-ı âzamını [büyük bir kısmı] kendine alıp mânevî bir fedakârlık eylemiş. Hafız Ali, benim bedelime birkaç emare ile berzaha [dünya ile âhiret arasındaki âlem, kabir âlemi] gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku kuvvetli bir emaredir ki, bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, mânen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden, [zehirlenme] onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risalesi bizim bedelimize onu tesellî edip iyadetü’l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevaplar ve sıkıntılarını sürura [mutluluk] kalbetmiş. Cenâb-ı Hak, [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] şifa-i âcil ihsan [bağış] eylesin. Âmin.

– 139 –

Bir zaman Barla’da temsil için yazdığım bir risalede, “İki adam İstanbul’a gidecek. Birisinin yüzde doksan dokuz dostu İstanbul’dadır. Onun için oraya iştiyakla [arzu, istek] gider. Öteki, onun aksi, ilâ âhir…” [sonuna kadar] meâlinde birşey yazılmış.

Şimdi, aynen bu hastalığımın ihtarıyla geçmiş zamana geçtim ve o zamanlarda hayatımı geçirdiğim memleketlerde de hayalen gezdim. O şirin hayatımın