EMİRDAĞ LAHİKASI – 2. Bölüm 20-39. Mektuplar (389-410)

389

Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemâyı, hem milleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi şeâir-i İslâmiyeyi [İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler] ihyâ [diriltme, hayat verme] için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.

Maatteessüf, [ne yazık ki] bazı müfrit [ifrat eden, aşırıya giden] ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki, Demokratları tahribata sevk etsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.

Nur talebeleri ve Nurcu Üniversite gençliği namına

Sadık, Sungur, Ziya

– 20 –

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَۤائِمًا * 2

Aziz, sıddık, fedakâr kardeşimiz Hacı Ali,

Gönderdiğiniz kıymettar ve bilhassa Hazret-i Üstadı pek çok sevindiren mektubunuzu aldık. Üstadımız diyor ki:

“Risale-i Nur bu zamanda kâfidir. On sene medresede okuyanlar, Risale-i Nur’la bir senede aynı istifadeyi ettiklerine şahit, binler ehl-i ilim [ilim ehli olanlar, âlimler] var. Madem Hacı Kılıç Ali bir buçuk sene bütün Risale-i Nur eczalarına sahip çıkmış, kısmen okumuş; nazarımızda yirmi senelik bir Nur talebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün mânevî kazançlarıma, defter-i a’mâline [amel defteri] geçmek için hissedar ediyorum. Öyleyse o da bütün hayatını Risale-i Nur’a vermeye mükelleftir.

“Demek şimdiye kadar Câmiü’l-Ezher‘e [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] gitmeye muvaffak olmaması ehemmiyetli bir hikmet içindir ki, Nurlar ona kâfi [yeterli] imiş. Şimdi Şam’a, Halep’e yakın olan Urfa’da bir Medrese-i Nuriye [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] ileride teşekkül [kendi kendine oluşma] etmesini kuvvetli ümit ediyoruz.  

390

Kılıç Ali ile beraber Eski Said’in gayet kıymettar bir talebesi olan Şam’daki Molla Abdülmecid, Urfa’daki Nurun talebelerinden Seyyid Salih ve onun yanına giden Nurun fedakâr bir talebesiyle muhabere etsinler. Ben hem Molla Abdülmecid’e, hem Hacı Ali’ye, hem Şam’daki Risale-i Nur’la alâkadar olanlara pek çok selâm ediyorum. Ve dualarını ve o mevki-i mübarekede [mübarek mevki] bana dua etmelerini rica [ümit] ediyorum” dedi.

Evet, kahraman kardeşimiz Hacı Ali, Hazret-i Üstad daima sizin fedakârlığınızı izhar [açığa çıkarma, gösterme] buyuruyorlar. Biz de sizi tahsinlerle [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] tebrik ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 1

Üstadın hizmetinde bulunan kusurlu

 Sungur, Zübeyir, Ziya

– 21 –

Aziz kardeşim,

Evvelâ: Bin mâşaallah; Sözler mecmuasında yanlışlar yok gibidir. Birkaç kelime var ki, leffen gönderildi.

Saniyen: [ikinci olarak] Eğer münasip görseniz gönderdiğim bu elli lirayı benim hesabıma mahkemedeki mecmuaların bedeline benim için alınız, gönderiniz. Eğer münasip görmezseniz, bu defaki gönderdiğiniz mecmuaların bana mahsus olacak kısmının fiyatına alınız.

Salisen: [üçüncü olarak] Şimdilik Tarihçe-i Hayat‘ı [hayat hikayesi] mebuslara parasız vermemek münasiptir. Parasıyla isteyenlere verilsin. Fakat on-yirmi nüsha Ankara’da bulunsa münasiptir.

Said Nursî

391

– 22 –

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * 1

Muazzam ve harika Risale-i Nur Külliyatından iki büyük mecmuanın imha edileceği hakkında dehşetli bir haber işittik. Gayet hak ve hakikatli ve feylesofları ilzam [susturma] eden o mecmualar, Risale-i Nur’un diğer eczalarıyla beraber Denizli ve Ankara mahkemelerinde beraat verilip kaziye-i muhkeme haline gelerek iade edildiği ve iki defa Temyiz Mahkemesi [Yargıtay; yanlışı doğrudan ayıran yüksek mahkeme] beraat ettirdiği halde ve Mısır, Şam, Halep, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi âlem-i İslâmın [İslâm âlemi] mühim merkezlerinde fevkalâde bir takdir ve tahsine [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] mazhar [erişme, nail olma] olan ve makbuliyetine [beğenilmeye, kabul olunmaya lâyık olma] hürmeten Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın kabr-i şerifi ve Hacerü’l-Esved [Kabe’nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş] üzerine konulan bu eserler hakkındaki bu müthiş muamele, Halk Partisinin yaptığı diğer azîm cürümleri gibi tarihte emsali görülmemiş bir cinayettir.

Biz Nur talebeleri, o cebbar [zorba] gaddarlardan hakkımızı kolayca alabilirdik. Fakat İslâmiyetin asırlardır bayraktarlığını yapan kahraman Türk milletinin mâsum çoluk çocuk ve ihtiyarlarına karşı Risale-i Nur’un bizlerde husule [meydana gelme] getirdiği kuvvetli şefkat itibarıyla ve Kur’ân-ı Hakîmin [her âyet sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân] bizleri maddî mücadeleden men edip elimizde topuz yerinde Nur olması haysiyetiyle ve bütün kuvvetimizle mesleğimizin icabı olan âsâyişi temin etmek esasıyla, o zâlimlere maddeten mukabele [karşılama; karşılık verme] edemedik. Yoksa, Allah göstermesin, bir mecburiyet-i kat’iye olursa, komünist ve masonlar hesabına ona sebebiyet verenler bin defa pişman olacaklardır.

392

Hem biz müşahedatımızla [gözlem yapmalar] kat’î bir kanaatteyiz ki, Risale-i Nur’a ilhad [dinsizlik, inkâr] ve zındıka namına ilişildiği zaman, umumî bir musibet geliyor. Taarruzun aynı vaktinde dört defa büyük zelzelenin vukuu ve çok hâdisâtın aynı vakitte zuhuru, bu kanaatimizi tasdik etmiş. Bu itibarla öyle bir kararın infazından ehl-i imanın [Allah’a inanan] titrediği, o hârikulâde ve kıymettar, mübarek mecmualar hakkında imha cinayetinin işlenmesi, bu millet ve memleket içinde mânevî zelzeleler, fırtınalar, tâun [salgın ve ölümcül hastalık] ve tufanlar kopacak kuvvetli ihtimalinden telâş ediyoruz. Zira Risale-i Nur’a dört defa taarruz ve hücum zamanında şiddetli zelzelelerin tevafuku, bu hakikati kör gözlere dahi göstermiştir. Hattâ mahkemede dâvâ ettik.

Hem müfessirlerin [açıklayan, yorumlayan] üç yüz elli bin tefsirlerine ittibaen, [tabi olma, uyma] iki sahifede iki âyât-ı Kur’âniyeyi [Kur’ân ayetleri] tefsir ettiği bahanesiyle, yüz binler kimselerin imanına pek ziyade bir ehemmiyet ve tesirle hizmet eden dört yüz sahifelik Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] mecmuasını müsadere ve imha etmek, dünyada hiçbir kanunda olmadığından, sırf dinsizliğe âlet olarak yapılan bu fecî garazkârlık fâillerinin [bir fiili gerçekleştiren; her işi mükemmel şekilde yapan, fiil sahibi Allah] hak, hakikat ve adaletten ne derece uzak olduğunun zahir bir delili bulunduğunu, zerre miktar vicdanı olanlar anlayacak ve yüzsüz yüzlerine lânet ve nefretler savuracaktır.

Halk Partili müstebid, [baskıcı, despot] mürteci cebbarların [zorba] zamanında yapılmış olan bu korkunç muameleye kahraman Demokratlar hükûmeti mâni olup Afyon Mahkemesinde üç senedir hapsedilen ve zerre kadar bir suç mevzuu bulunamayan eserleri ve en başta altın yaldızlı ve tevafuk mu’cizeli Kur’ân’ımızı derhal iade ettireceklerini kuvvetli ümit edip, alâkalı makamlardan rica [ümit] ediyoruz.

Nur talebeleri namına

 Hüsrev, Sungur

393

– 23 –

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * 1

Aziz, kahraman ağabeyimiz,

Evvelâ: Gayet derecede bir ehemmiyetli meseleyi arz ediyoruz ki, büyük mecmualarımızın imhasına sakın, sakın meydan verilmeyecektir. Ne pahasına olursa olsun kurtarılacaktır. Yalnız imha kararı şimdi mi, yoksa eskiden mi verilmiştir? Ve sizce bu imha kararı resmen sabit midir? Bu ciheti olduğu gibi öğrenerek bize acele ve derhal bildiriniz.

Saniyen: [ikinci olarak] Bu hususta, Ankara’da olan kahraman Sungur’a ve Devlet Bakanına yazılan yazıyı berâ-yı malûmat takdim ediyoruz. Binler selâm ve hürmetle ellerinizden öperiz.

 Ziya, Zübeyir

– 24 –

Aziz ve çok kıymetli kahraman kardeşimiz Sungur,

Evvelâ: Binler selâm eder, Cenâb-ı Haktan [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] Nur hizmetinizde hayırlı muvaffakıyetlerinizi dileriz.

Saniyen: [ikinci olarak] Çok ehemmiyetli ve mahrem bir işi haber veriyoruz. Haber aldığımıza göre, “Isparta adliyesinde zaptedilen yüz yetmiş cilt Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ve Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] mecmuaları—ki, o mecmuaları şimdiki Adliye Bakanı beraatini, iadesini tasdik edip daha evvelce Denizli’de de Üstadımıza verilen kitaplardır—bunların imhası için karar verilmiş. Zemin ve semâvâtı hiddete getirecek ve mevcudatı [var edilenler, varlıklar] ağlatacak bu müthiş kararın Demokratlar aleyhinde Halk Partisinin müfrit [ifrat eden, aşırıya giden] adamları tarafından tertip edilen bir plân olduğundan kat’iyen [kesinlikle] şüphemiz yoktur. Zira Nur talebelerinin Demokratları muhafaza ettiğini ve Demokratların kuvvetli bir istinadgâhı [dayanak, sığınak] olduğunu müfrit [ifrat eden, aşırıya giden] şeytanlar anlamışlar. Nur talebelerini Demokratlardan bu tarzda nefret ettirip hükûmeti yıkmaya çalışıyorlar. Bu plânın akîm [neticesiz] kalması

394

ve mecmualarımızın kurtulması ve Afyon’daki kitaplarımızın tamamen iade edilmesi için, pek fazla bir ehemmiyet ve gayretle çalışılmasını Üstadımız sizlere havale ediyor.

 Ziya, Zübeyir

– 25 –

Devlet Bakanlığına,

Zatınıza vatan ve milletin mukadderatı [Allah tarafından takdir olunmuş, belirlenmiş] mevzuunda, gayet derecede ehemmiyetli, şeytanın bile zor düşünebileceği bir tarzda tertip edilen Demokratlar aleyhindeki bir plânı ifşa ediyoruz; şöyle ki:

Bu vatanda dinsizlikle ve istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulme [zulmün en şiddetlisi] karşı yirmi yedi yıldır perde altındaki hususî neşriyatla harikulâde bir feragat-i nefisle mücahede [Allah yolunda cihad etme] eden Bediüzzaman Said Nursî’nin vücuda getirdiği muazzam Nur talebeleri câmiasının Demokrat Partiyi muhafaza ettiğini Halk Partisinin müfrit [ifrat eden, aşırıya giden] dessasları [hilebaz, aldatıcı] anlamış, hattâ bir zamanlar gayet gizli olarak Nur talebelerinin kesretle [çokluk] bulunduğu mıntıkalara tetkik ve tecessüs [gizlice araştırma] için İsmet çıkarılmış idi.

İşte, Anadolu’nun her tarafında harika bir kuvvet-i imaniye [iman gücü] ile, fevkalâde bir fedakârlıkla bu milletin iman ve İslâmiyete hizmet edip cebbarlar [zorba] saltanatının esasından ve kökünden yıkılmasına medar [kaynak, dayanak] olan Nur talebelerini Demokratlardan nefret ettirmek için, uhrevî ve dünyevî hayatlarının halâskârı [kurtulma] olan, yüz binlerle ehl-i imanı [Allah’a inanan] ve bir kısım yüksek tahsil gençliğini tenvir [aydınlatma] ve irşad [doğru yol gösterme] eden ve Arabistan’da ve Mısır’da büyük bir takdir ve tahsine [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] mazhar [erişme, nail olma] olan ve mübarekliğine hürmeten Peygamberimizin kabr-i şerifi ve Hacerü’l-Esved [Kabe’nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş] üzerine konulan Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] ve Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] mecmualarının Isparta adliyesi tarafından yakılmasına karar verilmek gibi, arz ve semâvâtı hiddete getirecek ve mevcudatı [var edilenler, varlıklar] ağlatacak

395

derecedeki bir hükmü haber aldık. Halbuki yüz on dokuz parçadan müteşekkil [meydana gelen] Risale-i Nur Külliyatından olan bu büyük mecmuaların parçaları da Risale-i Nur Külliyatıyla beraber 1944 senesinde Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde müttefikan [birleşerek] beraat verilmiş ve yüksek Temyiz Mahkemesi [Yargıtay; yanlışı doğrudan ayıran yüksek mahkeme] tasdik etmiştir. Kaziye-i muhkeme haline gelmiş ve bütün eserler, müellif-i muhteremine [muhterem, saygıdeğer yazar] ve sahiplerine iade edilmiştir. Son Afyon Mahkemesinde de Halk Partisi hükûmetinin komünist vekilinin hususî emirleriyle verdiği garazkâr [kötü niyet sahibi, art niyetli] hükmü, kahraman Demokratların adliye vekili, eski Temyiz Mahkemesinin [Yargıtay; yanlışı doğrudan ayıran yüksek mahkeme] âdil reis-i muhteremi esasından nakzetmiştir. [bozma, yok sayma] Nihayet af kanunu ile, gaddarâne giriştikleri ve içinden çıkamadıkları iftira ve ittihamların [suçlama] üzerine perde çekmişler ve afla neticelendirmişlerdir.

Hakikat bu merkezde iken ve şimdi eski hükûmete binler hakaretli neşriyatlar, bütün hürriyetle devam ederken ve dört yüz sahifelik gayet hak ve hakikatlı bir mecmuanın iki sahifesinde bir âyetin tefsirini, garaz ve bahaneyle medâr-ı mes’uliyet [sorumluluk sebebi] yapıp o mecmuanın imha cihetine gidilmesi, doğrudan doğruya eski zâlim parti hesabına şu maksada matuftur ki, yüz binlerle Nur talebelerini Demokratlar aleyhine çevirip, Demokrat Partisinin sessiz, sadasız, gösterişsiz, fakat dindarlıklarıyla gayet muhkem [değiştirilemez] bir istinadgâhını [dayanak, sığınak] yok etmek ve Demokrat hükûmetini yıkmaktır. Bu müthiş ve şeytanî plânın akîm [neticesiz] kalması için zât-ı âlînize ehemmiyetle ihbar eder ve hürmetlerimizi arz ederiz.

Üniversite Nur talebeleri namına

 Yusuf Ziya Arun

396

– 26 –

[Bera-yı malûmat size gönderildi.]

Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden.

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en mânidar sözünü söyledi. Dedi ki:

“Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs [halis, paklık] birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak hususunda besledikleri—yâni İsmet’in beslediği—azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Harfi harfine iktibas [alıntı] ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının, yâni İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas meselelerde daima baş başa. Mustafa Kemal [fazilet, olgunluk] ile İsmet beraber içtimaları [bir araya gelme, toplanma] ve karar: “Din öldürülecektir.”

Lozan Konferansının ikinci safhası: “… Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet

397

hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir.”

 Nihaî Vesika [belge]

Lozan Muahedesinden [iki ya da daha çok devlet arasında yapılan antlaşma] sonra, İngiltere Avam [halk] Kamarasında, “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:

“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet [güç, ezici kuvvet] ve şevketlerine [büyüklük, haşmet] kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Yani Mustafa Kemal [fazilet, olgunluk] ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.”

Artık bunun üzerine herşey ap açık anlaşılıyor, değil mi?

Gizli anlaşmanın entrikası

Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î [gerçek olmayan] istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde [tarafında] bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını [hükümler] kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”

Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal [fazilet, olgunluk] ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.

398

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti [başarı] için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde—yani Mustafa Kemal [fazilet, olgunluk] yanında—emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, [belge] tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.

– 27 –

Çok aziz, çok mübarek, çok sevgili, çok müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri,

Mu’cizâtlı ve İsm-i Celâl [“Allah” ismi] altın ile yazılı, yaldızlı Kur’ân’ı Diyanet Riyaseti, [Diyanet İşleri Başkanlığı] Afyon Mahkemesinden getirtmiş ve dünkü gün İstanbul Mushaflar [Kur’ân] İnceleme Heyetine göndermiştir. Heyet tetkikten sonra neşrinin lüzum ve elzem olduğunu tasdik ederek geri iade edecekmiş.

Hem Akşehirli kahraman Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Altın kardeşimizin daha evvel bir suretini siz sevgili Üstadımıza gönderdiği ve Diyanet Reisliğine yazdığı istidasını Diyanet Riyaseti [Diyanet İşleri Başkanlığı] Müşavere [istişare etme, danışma] Heyeti tetkik etmiş. Bunun üzerine, siz sevgili Üstadımızın Diyanet Riyasetine [Diyanet İşleri Başkanlığı] hediye ettiğiniz iki takımın birisini müşavere [istişare etme, danışma] heyetine tetkik için verecekler. Diyanette Nurların lehinde [tarafında] çalışan muhterem kardeşimiz var. Hakikaten, sevgili Üstadımız, baştan başa zulmetli, kararmış olan Ankara şimdi pek çok değişmiş ve gittikçe değişmekte. Saçılan zehirler ve kendisine karşı gençliğin tezahüratı tesirini kaybetmiş.

 Sungur

399

– 28 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bin bârekâllah, [“Allah ne mübarek yaratmış”] hem Sözler mecmuasının güzel ve sıhhatli olmasına ve müsaderedeki mecmuaların imhadan kurtulmasına nümune olarak bir kısmını elde etmenize binler mâşaallah ve elhamdü lillâh deriz.

Saniyen: [ikinci olarak] Benim namıma gelen mektuplara Medresetü’z-Zehra erkânları [bir şeyin mahiyetini oluşturan temel esaslar, rükünler] [esas, şart] münasip tarzda benim bedelime cevap vermelerini onlara havale ediyorum. Ezcümle, Ankara’da Osman Nuri kardeşimiz oranın bir Hasan Feyzi’si hükmünde Nurlara tesirli hizmet ve benim için hanesi yanında bir menzil yapması ve hastalığım zamanında güya hastalığımın tahfifine [hafifletme] Hasan Feyzi gibi yardım eder gibi kendi hastalığına memnun olmasına çok minnettarım. Fakat kitaplarımızı mahkemeden almadığımızdan burada bekliyorum. Kur’ân’ımızı ve bazı mecmualarımızı tab’ [baskı basma] zamanında orada bulunmak istiyorum. Fakat şimdi burada çok lüzumlu işler olduğundan gidemiyorum, gücenmesin. Eğer o orada olmasaydı, benim gitmem lâzımdı. Fakat o bana ihtiyaç bırakmıyor. Allah razı olsun, hizmet-i Nuriyede [Risale-i Nur Hizmeti] onu muvaffak etsin.

Halep’te İhvan-ı Müslimîn âzâsının bana yazdığı tebriğe mukabil onu ve İhvan-ı Müslimîni ruh u canımızla tebrik edip “Binler bârekâllah[“Allah ne mübarek yaratmış”] deriz ki, ittihad-ı İslâmın Anadolu’da Nurcular—ki eski İttihad-ı Muhammedînin halefleri hükmünde—ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakikî kardeş olan Hizbü’l-Kur’ânî [Kur’ân taraftarları] ve İttihad-ı İslâm cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddî alâkadar ve bir kısmını Arabîye tercüme edip neşretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnettar eyledi. Benim bedelime, İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti namına bana tebrik yazana cevap verirsiniz. O taraftaki Nur şakirtlerine [öğrenci] ve Nur eczalarına himayetkârâne [koruyarak] alâkadar olsunlar.

400

Salisen: [üçüncü olarak] Atabeyli Metin [sağlam] ve ciddî bir kardeşimiz Abdullah Çavuş’un yazdığı mektubu tasdik ediyorum. Kırk sene evvel hadislere verdiğim mânânın yeniden bu zamanda tevili görünüyor. Muannidler [inatçı] dahi itiraf etmeye mecbur oluyorlar. Ve istibdad-ı mutlakın cehennemî azâbını dünyada da çekmeleri, Siracü’n-Nur’un [kandil, lamba] Beşinci Şuâı ile verdiği haberleri zaman tasdik ediyor. Hem Samsunlu İhsan’ın samimî mektubu gösteriyor ki, buraya gelen tam bir takım Nur eczalarını kendine alan Samsun’un bir meb’usu o havalide nurlu bir uyanmak ve intibaha [uyanış] vesile olmuş ki, böyle İhsanlar yetişiyor. İhsan’ı o zât ile beraber dualarımıza dahil ediyoruz.

Rabian: [dördüncü olarak] Yirmi Dokuzuncu Sözün [Risale-i Nur içinde bulunan Sözler adlı eserde yer almaktadır] keramet-i elifiyesi hakikaten harika olduğu gibi, makineyle bu tarzda bu kadar güzel çıkması yazanın da bir harikasıdır. Umuma selâmlar.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 1

Hasta ve memnun kardeşiniz

Said Nursî

– 29 –

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَۤائِمًا * 2

Nurculara ehemmiyetli bir müjde:

Evvelâ: Kırk seneden beri takip ettiğim ve Sultan Reşad’ın yirmi bin altın ve eski müstebidler [baskıcı, despot] hükûmetinin Millet Meclisinde 163 meb’usun imzasıyla 150 bin banknotu, küşadı [açma] için tahsisat verdikleri; hem âlem-i İslâmın, [İslâm âlemi] hem şarkın, hem bu milletin en mühim bir işi olan Van vilâyetinde Câmiü’l-Ezher [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] gibi bir İslâm dârülfünunu [üniversite] ve büyük üniversitesi olan Medresetü’z-Zehranın yapılması lüzumunu yeni hükûmetin reisi de anlamış ki, büyük memleket işleri içinde sizlere müjde olarak gönderdiğim aşağıdaki haberi vermiş. Fiilen yapılmasa dahi bu mânânın anlaşılması büyük bir fa’l-i hayırdır.

401

İşte, Mecliste Reis-i Cumhur büyük işler sırasında, ehemmiyetli nutkunda [konuşma] bu gelen fıkra[bölüm] söylemiş. Van havalisinde Doğu Üniversitesinin kurulması için Maarif [bilgiler] Vekâletinin tetkikatına giriştiğini söyleyen Celâl Bayar, demiştir ki: “Doğu vilâyetlerimizden olan Van’da böyle bir irfan [bilgi, anlayış] müessesesinin [kurulmuş] kurulması için bütün müşkilât [kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebî san’attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalı olan sözler] iktiham olunmalı ve önümüzdeki bütçe yılında işe başlanmalıdır” demiştir. Demek, Tarihçe-i Hayat‘ı [hayat hikayesi] takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur Risalelerinin [Risale-i Nur’un konuları, parçaları] kıymetini Reise ihsas [hissettirme] etmişler.

Saniyen: [ikinci olarak] Reis-i Cumhurun bu çok ehemmiyetli fıkra[bölüm] Risale-i Nur’un bu memlekette ve bu vatanda ettiği ve edeceği çok kıymettar hizmetlerinin anlaşıldığına bir emaredir. Ve Nurcuların bütün çektikleri zahmet ve Nurun müsadereleri bu büyük neticeye vesile olması cihetiyle şekva değil, şükretmelidir.

– 30 –

Aziz, sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin,

Üstadımız diyor ki:

Eşref [en şerefli] Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili [temsilci] ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefat etsem de, Eşref [en şerefli] Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.

“Fakat Nur Risalelerinin [Risale-i Nur’un konuları, parçaları] ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risale-i Nur, rıza-i İlâhîden [Allah rızası] başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensupları, içtimaî [sosyal, toplumsal] ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] tecavüzatından [tecavüzler, saldırılar] muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] edip onlarla dostuz ve kardeşiz—fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost-düşman, derste

402

farketmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.

“Hem Nur Risaleleri [Risale-i Nur’un konuları, parçaları] küfr-ü mutlakı [her açıdan inkârcılığa düşmek] kırdığı için, küfr-ü mutlakın [her açıdan inkârcılığa düşmek] altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm [kuruntu] edilmiş. Halbuki Nurun tercümanı, birtek mesele-i imaniyeyi [imana dair mesele] dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dâvâ edip yirmi beş sene tarz-ı hayatıyla [hayat tarzı] ve emarelerle ispat etmiştir.”

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 1

Kardeşleriniz

 Sadık, İbrahim, Zübeyir

– 31 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bütün ruh u canımızla sizin faaliyetinizi ve muvaffakiyetinizi [başarı] tebrik ediyoruz. Benim bütün elemlerime ve hastalıklarıma ilâç, Medresetü’z-Zehranın faaliyetinden ve muvaffakiyetinden [başarı] ileri geliyor.

Saniyen: [ikinci olarak] Asâ-yı Mûsâ‘nın [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] Arapçaya güzelce tercümesi için bir pusula yazmıştım. Bugün Ankara’ya giden Zübeyir ile Seyyid Salih’e gönderecektim. Hem Tarsus’ta mütekait bir zabitin [subay] samimî bir mektubuyla Risale-i Nur’dan bazı kitabı istediğine dair mektubunu, onu da Ankara yoluyla size gönderecektim. Birden Antalya Elmalı’nın gayet hâlis Nurcuları namına, hem kendisi haremiyle beraber Afyon’a kadar gelen ve orada Nurların neşrine vasıta olan İbrahim Efendi birden şimdi geldi; ben de onunla size gönderdim. Umuma selâm.

• • •

403

– 32 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Medresetü’z-Zehra erkânlarına [bir şeyin mahiyetini oluşturan temel esaslar, rükünler] [esas, şart] ehemmiyetli bir meseleyi havale ediyorum.

Seyyid Salih, “Arabistan’da Asâ-yı Mûsâ‘nın [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] çok lüzumu ve çok fâidesi olduğunu, oralarda seyahatimde anladım. Herhalde Arapçaya tercümesi lâzım geliyor” dedi. Benim halim ve hastalığım müsaade etmediği için, benim bedelime Medresetü’z-Zehra erkânı, [bir şeyin mahiyetini oluşturan temel esaslar, rükünler] [esas, şart] dört yere, güzelce Arapçaya tercümesi için muhabere etsinler.

Bir mektubu Câmiü’l-Ezhere, [Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi] Emirdağlı Kılıç Ali vasıtasıyla orada birkaç edip zatlar tercüme etsinler. Bir mektup da, Ankara Diyanet Dairesinde Risale-i Nur’u ciddî takdir eden ve alâkadar olan bir iki âlim Arapçaya tercüme etsinler.

Biri de; Kayseri kazalarından Ürgüp Müftüsü kardeşim Abdülmecid’e yazsınlar ki, yirmi sene bütün kuvvetiyle Nura hizmet etmek ona lâzım iken etmediği için, onun bedeline bütün kuvvetiyle Arapçaya tercüme etsin.

Biri de, Isparta havalisinde Nur dairesindeki âlimler dahi, Asâ-yı Mûsâ‘yı, [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] taksim suretinde, herbiri bir kısmını tercüme etsinler.

– 33 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: En büyük müjde ve Risale-i Nur’un tam serbestiyetine bir mukaddeme [başlangıç] olarak, çok ziyade beşaretinize [müjde] sevindik. Isparta adliyesinin üç sene bir menzilde saklamaları, o menzilin kirası olarak o üç yüz lira bedeline, yeni yazı Tarihçe-i Hayat‘ı [hayat hikayesi] bana bırakılan beş yüzden ikişer lira fiyat ile o üç yüz liraya o fiyatı mukabil tutarak o Tarihçe-i Hayat‘tan [hayat hikayesi] elli tane gönderirsiniz. Dört sene hapis çeken mübarek Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ve Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] mecmuaları benim nazarımda pek fazla kıymettar olduğu için, bana elli liralık gönderiniz. Size şimdi elli lira gönderiyorum.

404

Saniyen: [ikinci olarak] Nazif‘e [temiz, pak] bin bârekâllah, [“Allah ne mübarek yaratmış”] bin mâşaallah! İkinci bir Hüsrev; İnebolu ikinci bir Isparta olduğunu isbat ediyor. Tarihçe-i Hayat‘ın [hayat hikayesi] en mühim meselesi Medresetü’z-Zehra olması cihetiyle Nazif‘in [temiz, pak] bu neşriyatı, Reis-i Cumhurun Medresetü’z-Zehra mânâsında ve Doğu Üniversitesi namında Şark Camiü’l-Ezherine ciddî çalışmasına bir vesile olduğunu zannediyoruz.

Salisen: [üçüncü olarak] Dinar’ın Baraklı imamı Süleyman’ın ehemmiyetli mektubuna karşı yazınız ki: Türkler hakkında senâ-i Peygamberî muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş; hadis var. Fakat bu hadisin hakikî sureti ne olduğunu, yanımda kütüb-ü hadisiye bulunmadığından bilemiyorum. Fakat mânâsı hakikat ve Türk milletinin senâ-i Peygamberîye mazhar [erişme, nail olma] olduğu hakikattir. Bir nümunesi Sultan Fatih hakkındaki hadistir.

Nur’un birinci talebelerinden Hulûsi Beyin, Ankara’da dostlarına Risale-i Nur dairesine girmesine teşvik eden mânidar ve güzel mektubu dahi gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri hiç sarsılmadan Nur hizmeti yapmasına bir nümunedir.

Umum kardeşlerime ve hemşirelere binler selâm.

– 34 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] hadsiz şükrolsun, mahkemede üç sene hapsedilen Asâ-yı Mûsâ [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] risalesinden ve Sikke-i Gaybiye [Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir eser adı] risalesinden beş nüshayı kemâl-i sürur ile aldık. Cenâb-ı Hak [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] sizlerden ebediyen razı olsun. Âmin.

Saniyen: [ikinci olarak] Mahkemeden verilen Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] nüshasında tashih olunmuş sehivler, [hata, yanılgı] bu nüshada tashih edilmemiş. Mu’cizât-ı Kur’âniyenin [Kur’ân’ın mu’cizeleri] Dördüncü Zeylinin [ek] yüz onuncu sahifesinde, sekizinci satırında “hem lâm’ın” sehivdir. [hata, yanılgı] “Hem lâ’nın” olacak. Çünkü Kur’ân’da lâm otuz bindir, lâ on dokuz bindir.

405

Salisen: [üçüncü olarak] Yeni harfle Isparta Sümerbank Fabrikasında bir zat bir mektubunda bir sual soruyor. Benim bedelime siz Kader Risalesini [Yirmi Altıncı Söz] ona tavsiye edersiniz. Ben hem rahatsızım, hem hususî mektuplar yazamıyorum. Hem Zübeyir de Ankara’ya gitmiş. Hem yeni harfi de bilemiyorum. Berâ-yı malûmat size gönderdim.

Rabian: [dördüncü olarak] Şoför Abdurrahman ile kendi nafakam elli lirayı daha gönderdim. Bana gönderdiğiniz kitapları ve Sözler mecmuasını kalan borcuma hesap edersiniz. Pek acele oldu.

Umuma pek çok selâm ederim.

– 35 –

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Sizi tebrik ediyorum. Ve bu defaki Hüsrev’in bakanlara yazdığı istida, [dilekçe] pek mükemmel bir vesika-i [belge] tarihiye hükmündedir. Fakat bir iki gün evvel Sungur’dan aldığımız bir telde, 185 eserin verilmesine emir verilmiş. Bu adetli cümleyi anlayamadık. Telgrafhanede müdürden sorduk. O memur onu yanlış almış. Makineden ben kulağımla işittim, “Ve bütün eserlerin geri verilmesine” demektir. Hatırımıza geldi ki, acaba 130 risalenin bazılarını müteaddit [bir çok] cüzleri birer risale yapıp 185’e mi çıkardılar diye ihtimal verdik. Ve anlayamadık.

Hem Yeni Sabah gazetesi yazdığı gibi, Medresetü’z-Zehrayı Doğu Üniversitesi namıyla büyük bir İslâm Darülfünunu [üniversite] Reis-i Cumhur tabiriyle, “Her müşkilâtı [zor] iktiham edip onun yapılmasına çalışacaklarını” haber aldık. İnşaallah, kırk senedir takip ettiğimiz mühim bir maksadımız, vatan ve milletin menfaati için yapmaya mecbur olacaklar.

Saniyen: [ikinci olarak] Gönderdiğiniz, üç sene bizim gibi hapiste bulunan Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] ve Asâ-yı Mûsâ‘dan [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ehemmiyetli yerlere birkaç tane gönderdim. Ezcümle, Cezire‘de [yarımada] cami imamı Vastanlı Abdurrahim benim eski talebelerimden olup buraya kadar geldi. Ben on adet mühim kitaplardan verdim. Fakat hatırıma geldi ki, Zülfikar‘ın [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] Mu’cizât-ı Kur’âniye [Kur’ân’ın mu’cizeleri] Dördüncü Zeylinin [ek] iki yerde—biri sekizinci satırda, biri on ikinci satırda—”lâ’nın” yerine “lâm’ın” yazılmış. Halbuki lâm Kur’ân’da otuz bindir. Lâ on dokuz bindir. Bu sehiv [hata, yanılgı] başka nüshalarda kısmen tashih edilmiş. Fakat mahkemenizde kalan Zülfikar‘larda [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] tashih edilmemiş. Ben de burada

406

unuttum. Siz Cezire‘nin [yarımada] müftüsü vasıtasıyla o imam Abdurrahim’e müstensihin [el ile yazıp çoğaltan] bu sehvini [yanlış, hata] tashih edilmesini yazarsınız. Tâ ki Medresetü’z-Zehranın erkânı [bir şeyin mahiyetini oluşturan temel esaslar, rükünler] [esas, şart] bu vasıta ile Cezire [yarımada] ile dahi münasebettar [alâkalı, ilgili] olsun diye size havale ediyorum.

Hem bu defa Hüsrev’in mektubunda Zübeyir’in Nazif‘e [temiz, pak] göndereceği pusulayı oraya sehven [yanlışlıkla, yanılarak] gönderdiğini anladım. Hüsrev’in de küçük bir sehvi var. Çünkü Yirmi Dördüncü Mektup değil, Yirmi Dördüncü Sözün Onuncu aslına dair Nazif‘e [temiz, pak] bir kısacık mektubum vardı. Sureti burada kalmamıştı. Onuncu Aslın suretini Nazif‘e [temiz, pak] gönderip o pusulanın suretini bize göndermesi için demiştim. Halbuki Onuncu Aslı sehven [yanlışlıkla, yanılarak] size göndermiş. Fakat gayet parlak, uzun istidası, bu küçücük sehvini hiçe indirdi, affettirdi.

Bu meselenin sırrı budur. Nazif [temiz, pak] büyük bir hayır yapmak için Nurcuların ehemmiyetli bir virdi [devamlı yapılan zikir] olan Cevşenü’l-Kebîr’i makine ile teksir [çoğalma] etmiş. Bunun sevabına dair, haşiyesindeki [dipnot] pek harika ve müteşabih [mânâsı açık olmayan, mânâları birbirine benzediği için anlaşılamayan ifade] hadislerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir [çoğalma] etmek için bana yazmıştı.

Ben de dedim: Otuz beş seneden beri hergün Cevşen’i okuduğum halde o haşiyeyi [dipnot] üç dört defadan ziyade okumadım. Onun için onun aynı münasip olmaz. Tâ muarız [itiraz eden, karşı gelen] ve zındıklar itiraz parmaklarını uzatmasınlar. İnşaallah yakında o mübarek Cevşenü’l-Kebîr Nurcuları şevkiyle tenvir [aydınlatma] edecek.

Salisen: [üçüncü olarak] Ankara ve İstanbul Üniversite Nurcuları İstanbul’da iki bin adet Rehber’i tab [basma] ediyorlar. Zannımca büyük Rehberdir. Daha iyi. İnşaallah gençlere büyük bir rehber olur. Kılınç Hacı Ali’ye Medresetü’z-Zehra ile münasebettar [alâkalı, ilgili] olmak için siz yazınız ki: Asâ-yı Mûsâ‘yı [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] edip âlimler, güzelce tercüme etsinler. Tâ o tercüme münasebetiyle âlem-i İslâmın [İslâm âlemi] o üstadları Nurlarla alâkadar olsunlar.

Rabian: [dördüncü olarak] Hacca giden kardeşimiz marangoz Ahmed [çokça medhedilen, övülen] selâmetle gelmiş mi, merak ediyorum. Hem Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] ve Asâ-yı Mûsâ‘nın [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] âhirinde Hüsrev’e ve yardımcılarına olan aynı duayı Mustafa Gül ve refiklerini [arkadaş, yoldaş, yardımcı] ilâve ile Sözler mecmuasının âhirinde yazınız. Bâkî umumunuza selâm.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 1

Kardeşiniz

Said Nursî

407

– 36 –

Bu Muallim Osman, Ceylân’ın hapis arkadaşıdır. Ondan tam ders almış. İkinci bir Ceylân olmak kabiliyeti var. Medâr-ı hayrettir, [hayret veren] duamda Nurcular dairesinde hergün isimleriyle yâd ettiğim iki sofî meşrep, [hareket tarzı, metod] kendilerini satmak fikriyle bana ve Nura iliştiklerine dair mektup geldi. Ben gücenmedim, onları daha ziyade duama aldım. Aynen eskiden İstanbul’da eski partinin desiseleriyle [hile, aldatma] bize ilişen malûm ihtiyar şeyh gibi, onları hem kendime mübarek kardeş, hem dost bildim, hakkımı helâl ettim. Fakat iki İhlâs Lem’alarını [parıltı] okumalarını arzu ediyorum.

Kardeşlerim, siz dahi böylelerden gücenmeyiniz, münakaşa etmeyiniz.

Said Nursî

– 37 –

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ * 3

[Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâ [şikayet] ve Müdafaatın bir hâşiyesidir.] [dipnot]

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu mealde adaletperver Demokratlara istida [dilekçe] yazabilirsiniz. Hastayım, siz nasıl münasipse öyle yapınız. Avukatımızdan, bir gün evvel aldığımız mektupta “Kitaplarımızın suç mevzuu olan ve olmayanlarını tefrik etmeye çalışıyorlar” diye haber verdi. Şimdiye kadar yaptıkları gibi, yine hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler kelime içinde bir risalede birtek kelimeyi bahane edip suç mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle Nurların intişarına [açığa çıkma, yayılma] garazkârâne [garaz edercesine, kin tutarcasına] mâni olmak fikriyle, hem kararnamelerini Mahkeme-i Temyizce [Temyiz Mahkemesi, Yargıtay] bütün bütün bozan o kararnamede suç mevzuu gösterdikleri, bizim aleyhimizde olmadığı halde müddeiumumînin [savcı] iddianamesine karşı hatâ-savap cetvelinde seksen bir hatâsını ve

408

garazkârlığını kat’î ispat ettiğimiz halde, şimdi aynı garazkârlıkla dört yüz sahife Zülfikar [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] risalesini, birkaç satır tesettür ve irsiyet [miras] hakkındaki, yüz bin tefsirin aynı mânâyı söylediklerine binaen otuz kırk sene evvel yazılan cümlelerini suç mevzuu yapıp o mecmua-yı azîmeyi müsadere edip bize vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?

Hem Afyon Mahkemesindeki eserler-tekrarat-ı Kur’âniye ve melekler hakkındaki iki parçacık müstesna olarak-bütün eserler iki sene ellerinde kalarak hem Denizli, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi beraatine karar vererek içinde suç mevzuu bulamadıkları ve bize iade etmeye karar verdikleri ve aynı eserler Isparta hükûmetinin bir vakit müsadere ile tamamen eline geçtiği halde, tamamıyla sahiplerine iade ettikleri ve sonra da Zülfikar‘la [Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamber Efendimizin mu’cizeleri ile ilgili olan bir eseri] Asâ-yı Mûsâ‘yı [Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu] ruhsatsız eski yazıyla neşir bahanesiyle dört seneden beri müsadere edip aynen hiçbiri zayi olmadan yüz yetmiş adet mecmuada bir suç mevzuu bulamadıkları için bizlere tamamen iade ettikleri ve bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri eski partinin bir kısım şeflerine hakikat namına itirazımızın yüz misli [benzer] ziyade şimdiki dinî mecmualar, resmî cerideler [gazete] aynı itirazı şiddetle vurdukları halde, Risale-i Nur’un bir mahrem parçası, şimdiki zaman tamamıyla tayin ettiği bir hadisin hakikatini tefsir bahsinde şeflerin başı Lozan Muahedesinde [iki ya da daha çok devlet arasında yapılan antlaşma] hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakikî Türkü, hiçbir Nasraniyete [Hristiyanlık] ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve İslâm kahramanları olan Türkleri Protestan yapmaya malûm Hahambaşı ile ittifak ederek rey [fikir, düşünce] veren o adam, bütün ulemâ-yı İslâmın “Cevazı yok” diye ittifakan [birlik halinde, birleşerek] hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki mâsum Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde [insanlık tarihi] bu çeşit mânâsız acip bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanunla onu bu millet-i İslâmiyeye [İslâm milleti] cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde [iki ya da daha çok devlet arasında yapılan antlaşma] verdiği dehşetli fikrini ispat etmiş ki, din-i İslâma [İslâm dini] gayet muzır [zararlı] olarak hadisin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.

409

İşte hakikat böyleyken Afyon Mahkemesi, adalet namına değil, belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubu namına, eski harfle de neşredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebep, savcının garazkârlığı sebebiyle, mahkeme heyeti demişler ki: “Said ve arkadaşları, Mustafa Kemal’e ‘din yıkıcı, süfyan[âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs] demişler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar. Onun için mahkûm ediyoruz.”

Acaba, ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa şahsî bir dâvâ oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hükmü vermek, elbette pek acip bir mânâ, iş içinde vardır. Şimdi böyle adamların elinde Nur eserleri dört defa beraat kazandıkları ve şimdi Adliye Bakanı, üç defa Nur eserlerinin beraatine ve eserde suç mevzuu olmadığına, bizi mahkûm eden Afyon kararını bozmasıyla hüküm verdiği halde, şimdi bütün millet, adalet ve şefkat ve diyanete hizmet bekledikleri Demokrat hükûmeti zamanında, eski müstebitlerin [baskıcı, diktatör] dehşetli plânlarıyla Risale-i Nur’a karşı garazkârların keyfine bırakmamak; bırakılsa, Demokrat Hükûmeti aleyhinde büyük bir hıyanettir. Ve milletin teselli ümidini kırmaktır.

Benim Ankara’da bir vekilim Mustafa Sungur 17.11.950 tarihli çektiği telgrafta “Umum risalenin bize iadesine karar verilmiş” diye müjde verdi ve âdil Adliye Vekili üç defa beraat verdiği ve şimdi de Sungur’un mektubuna göre, hem iadesine emir verildiğini ve şimdi telefonla yine haber vereceğim söyledikleri halde, bu on altı seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller, [ihbar] hem Eskişehir, hem Denizli Mahkemesinden bütün dosyaları Afyon Mahkemesi mânâsız toplamak ve af kanununun çıkmasıyla ve mahkemelerin beraat vermesiyle o mübarek eserleri o dosyalar içerisine karıştırarak çürütmek için mahzene [depo] atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazı eşhasa [kişiler] Nurların işlerini bırakmamak lâzım geliyor.

Başbakan ve Adliye Bakanına, bu gayet mühim meseleyi nazar-ı dikkatlerine [dikkat içeren bakış] arz ediyoruz.Haşiye [dipnot]

 Said Nursî

410

– 38 –

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ * 3

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Benim Abdurrahman’ım ve küçücük bir Hüsrev namını alan Ceylân, vazifesini iki üç yerde tam yaptı, geldi. Şimdi daha büyük bir vazife için Ankara’ya Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum.

Saniyen: [ikinci olarak] Bazı zatların mektuplarını berâ-yı malûmat size gönderdim.

Salisen: [üçüncü olarak] Benim Sözler mecmuasından ve İnebolu’dan gelen yeni harf Tarihçe-i Hayat [hayat hikayesi] ve eski harf Cevşen’den bana gönderilecek nüshaların mukabili size ne kadar borcum olabilir, bildiriniz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 4

Kardeşiniz

Said Nursî

– 39 –

Aziz, sıddık kardeşim Osman Nuri,

Madem Cenâb-ı Hak, [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] senin kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] niyet ve ihlâsınla Ankara’da en mühim genç Said’leri senin etrafına toplamış. Madem Ankara’da benim bulunmamı lüzumlu