SÖZLER – Üçüncü Söz (44-46)

44

Üçüncü Söz

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

يَۤا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا * 1

İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk [günah] ve sefahet [ahmaklık, beyinsizlik] ne büyük bir hasâret [zarar] ve helâket [mahvolma] olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki asker uzak bir şehre gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler. Ta yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der:

“Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizamsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider. Zahirî bir hiffet, [hafiflik] yalancı bir rahatlık görür. İntizam-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî [gıdalı, besleyici] hülâsalardan [esas, öz] dolu dört okkalık [1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü] bir çanta ve her adüvvü [düşman] alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik [okka, 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü] bir mükemmel mîrî [devlete ait] silâhı taşımaya mecburdur.”

O iki asker, o muarrif [tanıtıcı, tarif edici] adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer [asker] sağa gider. Bir batman [çok; eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi] ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman [çok; eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi] minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer [asker] ise askerliği bırakır, nizama tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman [çok; eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi] ağırlıktan kurtulur; fakat kalbi binler batman [çok; eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi] minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem herşeyden, her hadiseden titrer bir surette gider. Ta mahall-i maksuda [hedeflenen, varılacak yer] yetişir; orada âsi ve kaçak cezasını görür.

Askerlik nizamını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve sağa giden nefer [asker]

45

ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf [korku] etmeyerek, rahat-ı kalb [kalp rahatlığı] ve vicdan ile gider. Ta o matlup [istek] şehre yetişir; orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasip bir mükâfat görür.

İşte ey nefs-i serkeş! [söz dinlemeyen nefis] Bil ki, o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlâhî, [Allah’ın emir ve yasaklarına itaat eden kişi] birisi de âsi ve hevâya tabi insanlardır. O yol ise hayat yoludur ki, âlem-i ervahtan [ruhânî varlıkların bulunduğu âlem] gelip kabirden geçer, âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibadet ve takvâdır. İbadetin çendan [gerçi] zahirî bir ağırlığı var. Fakat mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid [Allah’a ibadet eden, kul] namazında der: “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah.” [“Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim”] Yani, “Hâlık [her şeyi yaratan Allah] ve Rezzak [bütün canlıların rızıklarını veren Allah] Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz; hem Rahîmdir, ihsanı, [bağış] merhameti çoktur” diye itikad [inanç] ettiğinden, herşeyde bir hazine-i rahmet [Allah’ın rahmet hazinesi] kapısını bulur, dua ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar [boyun eğdirilmiş] görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun [sığınma, korunma] eder. Îmânı ona bir emniyet-i tâmme [tam bir güven] verir.

Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı [kaynak] imandır, ubûdiyettir. [Allah’a kulluk] Her seyyiât [günahlar] gibi cebânetin [korkaklık, aşırı ürkeklik] dahi menbaı [kaynak] dalâlettir. [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] Evet, tam münevverü’l-kalb [kalbi imanla aydınlanmış] bir âbidi, küre-i arz [yer küre, dünya] bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi [herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudreti] lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü’l-akıl [aklı bilimle aydınlanmış] denilen kalbsiz bir fâsık [günahkâr] feylesof [felsefe ile uğraşan, felsefeci] ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?” der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)

Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey… hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde

46

bir şey… Adeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. İşte bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere [insan ruhu] ibadet, tevekkül, tevhid, teslim, ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk [anlama, algılama] eder.

Malûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola—velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa—tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet [Allah’a kulluk] yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimalle bir saadet-i ebediye [ebedî saadet; sonsuz mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı] hazinesi vardır. Fısk [günah] ve sefahet [ahmaklık, beyinsizlik] yolu ise—hattâ fâsıkın [günahkâr] itirafıyla dahi—menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimalle şekavet-i ebediye [sonsuz mutsuzluk ve azap] helâketi [mahvolma] bulunduğu, icmâ [bir mesele hakkında görüş birliğine varılması] ve tevatür [çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber] derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın [sahasında uzman olan kimseler] ve müşahedenin şehadetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin [iman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler] ihbaratıyla muhakkaktır.

Elhasıl, [kısaca, özetle] âhiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi ale’t-tâati ve’t-tevfîk”1 demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.