SÖZLER – Beşinci Söz (49-51)

49

Beşinci Söz

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 اِنَّ اللهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ * 1

NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek2 ne derece hakikî bir vazife-i insaniye [insanlık görevi] ve ne kadar fıtrî, [Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlar] münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Seferberlikte, bir taburda, biri muallem, [öğrenim görmüş, eğitimli kişi] vazifeperver, diğeri acemî, [Arap milletinden olmayan başka milletler] nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer [asker] talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayınatını [erzak, yiyecek] hiç düşünmezdi. Çünkü, anlamış ki, onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hatta indelhâce [ihtiyaç anında] lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa, “Ne yapıyorsun?” “Devletin angaryasını çekiyorum” der. Demiyor, “Nafakam için çalışıyorum.”

Diğer şikemperver [boğazına düşkün] ve acemi [Arap milletinden olmayan başka milletler] nefer [asker] ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. “O devlet işidir, bana ne?” derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşinde dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi. Birgün, muallem [öğrenim görmüş, eğitimli kişi] arkadaşı ona dedi:

“Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et; o seni aç bırakmaz. O onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede [Allah yolunda cihad etme] ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri padişahın vazifesidir; bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri bizim vazifemizdir; padişah bize teshilât [kolaylık] ile yardım eder ki, talim ve harptir.”

50

Acaba o serseri nefer, [asker] o mücahid mualleme [öğrenim görmüş, eğitimli kişi] kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın.

İşte, ey tembel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, [savaş meydanı] bu dağdağalı [karışık, gürültülü] dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cemiyet-i beşeriyedir. [insan topluluğu] Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. [İslâm toplumu] O iki nefer [asker] ise: Biri, ferâiz-i diniyesini [dinin kesin emirleri; Allah tarafından yapılması kesin olarak emredilen şeyler] bilen ve işleyen ve kebâiri [büyük günahlar] terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede [Allah yolunda cihad etme] eden müttakî [Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan] Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikîyi [gerçek rızık verici Allah] itham [suçlama] etmek derecesinde derd-i maişete [geçim derdi] dalıp ferâizi [farzlar, Allah’ın kesin emirleri] terk eden ve maişet [geçim] yolunda rastgele günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. [bilerek günah işleyip zarara uğrayan] Ve o talim ve talimat ise, başta namaz, ibadettir. Ve o harp ise, nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede [Allah yolunda cihad etme] edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden [kötü ahlâk] kalb ve ruhunu helâket-i [mahvolma] ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise, birisi hayatı verip beslemektir; diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş [aşırı derece sevme] edip yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir.

Evet, en parlak bir mucize-i san’at-ı Samedâniye [herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın sanat mu’cizesi] ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye [Rab olan Allah’ın hikmet harikası] olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de Odur,1 Ondan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). Hem en âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl [helâl rızık yolu] iktidar ve ihtiyar ile olmadığını, belki acz ve zaaf [zayıflık, güçsüzlük] [acizlik ve zayıflık] ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene [karşılaştırma/denge] etmek kâfidir.

Demek, derd-i maişet [geçim derdi] için namazını terk eden,2 o nefere [asker] benzer ki, talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra

51

Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîmin [sonsuz ikram ve cömertlik sahibi ve herşeyin rızkını veren yüce Allah] matbaha-i rahmetinden [Allah’ın rahmet mutfağı] tayınatını [erzak, yiyecek] aramak, başkalara bâr [yük] olmamak için kendisi bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.

Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi [mânevî donanım] gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine [dünya hayatı] lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ [basit, aşağı] bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye [maddî olmayan hayat] ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar [Allah’a karşı fakirliğini hissetme ve gösterme] ile tazarru [dua, yakarış] ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

Demek, ey nefsim, hayat-ı dünyeviyeyi [dünya hayatı] gaye-i maksat [asıl hedef, esas maksat] yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ [basit, aşağı] bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi [âhiret hayatı] gaye-i maksat [asıl hedef, esas maksat] yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa [tarla] etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem [ikram edilen, ikrama mazhar olan] ve muhterem bir misafiri olursun.

İşte sana iki yol1—istediğini intihâp [seçmek] edebilirsin. Hidayet ve tevfiki [başarı] Erhamü’r-Râhimînden [merhametlilerin en merhametlisi olan Allah] iste.