MEKTUBAT – İkinci Mektup (35-37)

35

İkinci Mektup

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1 * وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

O mezkûr [adı geçen] ve malûm talebesinin hediyesine karşı cevaptan bir parçadır.

SALİSEN: Bana bir hediye gönderdin; gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: “Kardeşim ve biraderzadem [kardeş çocuğu, yeğen] olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in, senin bu biçare kardeşine irsiyet [miras] kalan şu hasleti [huy, karakter] ise, tezehhüd [yapmacık bir tarzda dindar görünme] ve sun’î [gerçek olmayan] bir istiğnâ [bir başkasına ihtiyaç duymama] değil, belki dört beş ciddî esbaba istinat eder.

Birincisi: Ehl-i dalâlet, [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] ehl-i ilmi, [ilim ehli, âlimler] ilmi vasıta-i cer [dilencilik vasıtası] etmekle ittiham [suçlama] ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet [geçim kaynağı] yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak [hakkı ve doğruyu yayma] için enbiyaya [nebiler, peygamberler] ittibâ [tâbi olma, bağlanma] etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîmde, [her âyet sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân] hakkı neşredenler إِنْ اَجْرِىَ إِلاَّ عَلَى اللهِ * اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ 3

36

diyerek insanlardan istiğnâ [bir başkasına ihtiyaç duymama] göstermişler. Sûre-i Yâsin’de اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ 1 cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır.

Üçüncüsü: Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikîye [gerçek nimet verici olan Allah] ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal [mal ve servet toplayıp biriktirme] edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle [bütün varlıklara rızkını veren ve sonsuz haşmet sahibi Allah] yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet [alçaklık] altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine [cömertlik] istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

Beşincisi: Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. [yasak]

Hem bende bir tevahhuş [korkma, çekinme] var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu [yapmacık] ve temellukten [dalkavukluk] beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas [elbise] giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ [değerli mücevherlerle süslenmiş şey] libasını [elbise] giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.

Altıncısı: Ve istiğnâ [bir başkasına ihtiyaç duymama] sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan

37

İbn-i Hacer diyor ki: “Salâhat [dindarlıkta çok ileri olma hali] niyetiyle sana verilen birşey sâlih [dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu] olmazsan kabul etmek haramdır.”1

İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama’ [aşırı arzu, açgözlülük] yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih [dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu] veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer-hâşâ-ben kendimi sâlih [dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu] bilsem, o alâmet-i gururdur, [gurur belirtisi] salâhatin [dindarlıkta çok ileri olma hali] ademine delildir. Eğer kendimi sâlih [dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu] bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih [yönelen] a’mâle [ameller, işler] mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 2

Said Nursî