SÖZLER – Dördüncü Söz (47-48)

47

Dördüncü Söz

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 اَلصَّلاٰةُ عِمَادُ الدِّينِ * 1

NAMAZ ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masrafla kazanılır; hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat’î anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, gör:

Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa [alış veriş] ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, [tren] hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir.”

İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:

“Yahu, şu liranı bir bilete ver, ta bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; [cömert, ikram sahibi] belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler; bir günde mahall-i ikametimize [kalınacak yer] gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.”

Acaba şu adam inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip muvakkat [geçici] bir lezzet için sefahete [ahmaklık, beyinsizlik] sarf etse, gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?

İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!

48

O hâkim ise, Rabbimiz, Hâlıkımızdır. [her şeyi yaratan Allah] O iki hizmetkâr yolcu ise: Biri mütedeyyin, [din sahibi; dinin emirlerini yerine getiren, dindar] namazını şevkle kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise Cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, [insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması] ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit [birbirinden farklı, çeşitli] derecede kat’ [aşma, yükselme] ederler. Bir kısım ehl-i takvâ [takvâ sahipleri] berk [şimşek] gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ [aşma, yükselme] eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan [şan ve şerefi büyük olan Kur’ân] şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.1 O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi [yeterli] gelir. Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye [dünya hayatı] sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye [sonsuz âhiret hayatı] bir tek saatini sarf etmeyen, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulm eder, ne kadar hilâf-ı akıl [akıl dışı, akla aykırı] hareket eder! Zira, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek akıl kabul ederse—halbuki kazanç ihtimali binde birdir—sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimalle kazancı musaddak [doğrulanan] bir hazine-i ebediyeye [sonu olmayan hazine] vermemek ne kadar hilâf-ı akıl [akıl dışı, akla aykırı] ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl [akıllı] zanneden adam anlamaz mı?

Halbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü [ömür sermayesi] âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibkà [bâkîleştirme, sürekli ve kalıcı hale getirme] eder.