MEKTUBAT – Onuncu Mektup (64-67)

64

Onuncu Mektup

İki sualin cevabıdır

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

BİRİNCİSİ: Otuzuncu Sözün İkinci Maksadının, tahavvülât-ı zerrat [atomların değişim, dönüşüm ve hareketleri] tarifine dair olan uzun cümlesinin haşiyesidir. [dipnot]

Kur’ân-ı Hakîmde [her âyet sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân] İmam-ı Mübin [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] ve Kitab-ı Mübin [geçmiş ve gelecekten ziyade şimdiki zamana bakan, Allah’ın kudret ve iradesinin genel bir kanunlar mecmuası, kudret defteri] mükerrer yerlerde zikredilmiştir. Ehl-i tefsir [Kur’ân’ı mânâ bakımından yorumlayanlar] “İkisi birdir”; bir kısmı “Ayrı ayrıdır” demişler. Hakikatlerine dair beyanatları muhteliftir. Hülâsa, [esas, öz] “İlm-i İlâhînin ünvanlarıdır” demişler. Fakat Kur’ân’ın feyziyle şöyle kanaatim gelmiş ki:

İmam-ı Mübin, [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] ilim ve emr-i İlâhînin [Allah’ın emri] bir nev’ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten [görünen alem] ziyade âlem-i gayba [gayb âlemi, görünmeyen âlem] bakıyor. Yani, zaman-ı halden [şimdiki zaman] ziyade, mazi [geçmiş] ve müstakbele nazar eder. Yani, herşeyin vücud-u zâhirîsinden [görünürdeki vücud] ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar. Kader-i İlâhînin [Allah’ın belirlediği kader programı] bir defteridir. Şu defterin vücudu, Yirmi Altıncı Sözde, hem Onuncu Sözün haşiyesinde [dipnot] ispat edilmiştir.

Evet, şu İmam-ı Mübin, [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin [Allah’ın emri] bir ünvanıdır. Yani, eşyanın mebâdileri [başlangıçlar, belirtiler] ve kökleri ve asılları, kemâl-i intizamla [tam ve mükemmel düzen] eşyanın vücutlarını gayet san’atkârâne [herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah] intac [netice verme] etmesi cihetiyle, elbette desâtir-i ilm-i İlâhînin [Allah’ın ilminin düsturları, [kâide, kural] prensipleri] bir defteriyle tanzim edildiğini gösteriyorlar. Ve eşyanın neticeleri, nesilleri, tohumları,

65

ileride gelecek mevcudatın [var edilenler, varlıklar] programlarını, fihristelerini tazammun [içerme, içine alma] ettiklerinden, elbette evâmir-i İlâhiyenin [Cenab-ı Allah’ın emirleri] bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyorlar. Meselâ, bir çekirdek, bütün ağacın teşkilâtını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tayin eden o evâmir-i tekvîniyenin [Allah’ın kâinata koyduğu yaratılışa ait emirler, kanunlar] küçücük bir mücessemi [cisimleşmiş] hükmünde denilebilir.

Elhasıl, [kısaca, özetle] madem İmam-ı Mübin, [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] mâzi ve müstakbelin [gelecek] ve âlem-i gaybın [gayb âlemi, görünmeyen âlem] etrafında dal budak salan şecere-i hilkatın [yaratılış ağacı] bir programı, bir fihristesi hükmündedir. Şu mânâdaki İmam-ı Mübîn, kader-i İlâhînin [Allah’ın belirlediği kader programı] bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsıyla ve hükmüyle, zerrat, [atomlar] vücud-u eşyadaki [eşyanın varlığı, varlıkların kendisi] hidemâtına [hizmetler] ve harekâtına sevk edilir.

Amma Kitab-ı Mübin [geçmiş ve gelecekten ziyade şimdiki zamana bakan, Allah’ın kudret ve iradesinin genel bir kanunlar mecmuası, kudret defteri] ise, âlem-i gaybdan [gayb âlemi, görünmeyen âlem] ziyade âlem-i şehadete [görünen alem] bakar. Yani, mazi [geçmiş] ve müstakbelden [gelecek] ziyade zaman-ı hazıra [şimdiki zaman] nazar eder. Ve ilim ve emirden ziyade kudret ve irade-i İlâhiyenin [Allah’ın iradesi, dilemesi] bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır. İmam-ı Mübin [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] kader defteri ise, Kitab-ı Mübin [geçmiş ve gelecekten ziyade şimdiki zamana bakan, Allah’ın kudret ve iradesinin genel bir kanunlar mecmuası, kudret defteri] kudret defteridir. Yani, herşeyin vücudunda, mahiyetinde ve sıfât ve şuûnâtında [Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler] kemâl-i san’at [eksiksiz ve mükemmel san’at] ve intizamları gösteriyor ki, bir kudret-i kâmilenin [mükemmel ve kusursuz kudret] desâtiriyle [düsturlar, kanunlar] ve bir irade-i nâfizenin [her şeye ve her yere tesir ve nüfuz eden Allah’ın iradesi] kavâniniyle [kanunlar] vücut giydiriliyor; suretleri tayin, teşhis edilip birer miktar-ı muayyen, [belirlenmiş miktar] birer şekl-i mahsus [özel şekil] veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavânini, bir defter-i ekberi [çok büyük defter] vardır ki, herbir şeyin hususî vücutları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. İşte şu defterin vücudu, İmam-ı Mübin [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] gibi, kader ve cüz-i ihtiyarî [insandaki az bir irade serbestliği] mesâilinde [meseleler] ispat edilmiştir.

Ehl-i gaflet [âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar] ve dalâlet [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] ve felsefenin ahmaklığına bak ki, kudret-i Fâtıranın [yaratıcı kudret] o

66

Levh-i Mahfuzunu [her şeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı] ve hikmet ve irade-i Rabbâniyenin o basîrâne [görerek] kitabının eşyadaki cilvesini, aksini, misalini hissetmişler; hâşâ, “tabiat” namıyla tesmiye [isimlendirme] etmişler, körletmişler.

İşte, İmam-ı Mübin‘in [İlâhî ilim ve emrin bir ünvanı; gayb âlemine bakan, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı kader defteri] imlâsıyla, yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, [kâide, kural] kudret-i İlâhiye, [Allah’ın güç ve iktidarı] icad-ı eşyada [eşyaya vücut vermek] herbiri birer âyet olan silsile-i mevcudatı, [varlıklar zinciri]Levh-i Mahv-İsbat[bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası] denilen zamanın sahife-i misaliyesinde [misalî, görüntüden ibaret sayfa] yazıyor, icad ediyor, zerrâtı [atomlar] tahrik ediyor. Demek, harekât-ı zerrat, [zerrelerin, atomların hareketleri] o kitabetten, [yazım] o istinsahtan, [kopyasını çıkarma] mevcudat [var edilenler, varlıklar] âlem-i gaybdan [gayb âlemi, görünmeyen âlem] âlem-i şehadete [görünen alem] ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, [deprenme, titreşim, lerze] bir harekâttır.

Amma Levh-i Mahv-İsbat [bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası] ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Âzam‘ın [herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı büyük mânevî kader levhası] daire-i mümkinatta, [imkân alemi; varlığı ve yokluğu imkân dahilinde olan ve Allah tarafından yaratılan varlıklar âlemi] yani mevt [ölüm] ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar [erişme, nail olma] olan eşyada mütebeddil [değişken] bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-i zaman [zamanın gerçeği] odur. Evet, herşeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin [büyük nehir] hakikati dahi, Levh-i Mahv-İsbat‘taki [bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası] kitabet-i kudretin [kudret yazması] sahifesi ve mürekkebi [yazı için kullanılan sıvı] hükmündedir. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 1

İKİNCİ SUAL: Meydan-ı haşir [haşir meydanı] nerededir?

Elcevap: وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ 2 Hâlık-ı Hakîmin [her şeyi bir maksat ve gayeye uygun ve yerli yerinde yaratan yaratıcı, Allah] herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, [en yüce ve yüksek gaye ve maksat]

67

hattâ tek küçük birşeye çok büyük hikmetleri takmasıyla tasrih [açık şekilde bildirme] derecesinde işaret ediyor ki, küre-i arz [yer küre, dünya] serseriyâne, [başıboş bir şekilde] bâd-ı heva [boşu boşuna, faydasız] azîm bir daireyi çizmiyor. Belki, mühim birşey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin [çok büyük meydan] daire-i muhîtasını [kuşatıcı, geniş daire] çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azîmin [çok büyük sergi yeri] etrafında gezip mahsulât-ı mâneviyesini [mânevî ürünler] ona devrediyor ki, ileride, o meşherde, [sergi] enzâr-ı nâs [insanların bakışları] önünde gösterilecektir.

Demek, yirmi beş bin seneye karib [yakın] bir daire-i muhîtanın [kuşatıcı, geniş daire] içinde, rivayete binaen 1 Şâm-ı Şerif kıt’a[dünyanın kara paçalarından her biri] bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak bir meydan-ı haşir [haşir meydanı] bast edilecektir. Küre-i arzın [yer küre, dünya] bütün mânevî mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb [gayb perdesi] altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına [levhalar] gönderiliyor; ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini [bir yerde ikâmet edenler, sakinler] de yine o meydana dökecek, o mânevî mahsulâtları da gaipten şehadete geçecektir.

Evet, küre-i arz, [yer küre, dünya] bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak, o meydan-ı ekberi [çok büyük meydan] dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiap [içine alma, kaplama] edecek mahlûkat ondan akmış ve onu imlâ edecek masnuat [sanat eseri] ondan çıkmış. Demek, küre-i arz [yer küre, dünya] bir çekirdek; ve meydan-ı haşir, [haşir meydanı] içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sümbüldür ve bir mahzendir. [depo] Evet, nasıl ki nuranî bir nokta, sür’at-i hareketiyle [hareketin hızı] nuranî bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de, küre-i arz, [yer küre, dünya] sür’atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun [varlık dairesi] temessülüne [belirme, görünme] ve o daire-i vücut [varlık dairesi] mahsulâtıyla beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin [büyük haşir meydanı] teşekkülüne [kendi kendine oluşma] medardır. [kaynak, dayanak] قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ 2

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 3

Said Nursî